Olgu ve Kuram Olarak Evrim – Stephen Jay Gould

Stephen Jay Gould’un “Evolution as Fact and Theory” başlıklı makalesinin Bilim ve Gelecek dergisinin 70 numaralı Aralık 2009 sayısındaki çevirisi aşağıdadır. Bilim ve Gelecek dergisi e-abonelik promosyonu olarak 70. sayısını bedava erişime açmıştır.

Darwinius masillae ile ilgili yeni gelişmeler

Vay Garibanlar Vay başlıklı yazımda, Darwinius masillae veya daha popüler adıyla Ida ile ilgili olarak Harun Yahya tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan dezenformasyon kampanyasına gerekli cevapları vermiştim. Ayrıca fosilin değeri ve konumuyla ilgili olarak Türkçe sitelerdeki abartılı şekilde coşkulu ve sevinçli yazılara uyarı niteliği taşıyan aşağıdaki bölümle yazımı bitirmiştim:

Ayrıca Ida’nın “Darwinistlerin en büyük buluşu haline getirildiği” de pek gerçekçi bir iddia değil. Yaratılışçılar tarafından rahatlıkla darwinist, ateist, materyalist gibi sözlerle aşağılanacak birçok bilim insanı, bu fosilin sunuluş tarzına ve basın toplantısında söylenen allı pullu laflara tepki gösterdiler. Ida üzerinde çalışan ekip, bu işe büyük para yatırıldığı için (fosili almak için ödenen 1 milyon doları kastediyorum) eserlerini en iyi şekilde pazarlamak zorunda hissediyor kendini. Fosille ilgili belgesel ve kitap hazır. Bunları pazarlayabilmek için basın toplantısında çok büyük laflar edildi ve birçok bilim insanına göre çok abartıldı. Bu fosilin, Archaeopteryx’ten veya Tiktaalik’ten daha önemli olduğunu söylemek bana pek gerçekçi gelmiyor. Bu iki bariz geçiş formuna göre Ida daha muğlak ve durumu belirsiz gibi gözüküyor şimdilik. Başka bilim insanlarının da fosil üzerinde çalışıp birşeyler ortaya koymasını bekleyip ortaya çıkan sonuçlara göre değerlendirmek daha doğru olacaktır diye düşünüyorum. Ama ortada şöyle bir gerçek var ki Ida kesinlikle, birilerinin insanlara yutturmaya çalıştığı gibi soyu tükenmiş bir lemur türü değildir. Bu iddianın yanlışlığını gösteren su götürmez deliller bu makalede mevcut. Ida’nın sıradan bir lemur türü olup olmadığı gibi bir tartışma konusu yok. Bu sadece malum grupların çaresizlikten ortaya attıkları, saçma sapan, hiçbir bilimsel gerçeğe veya nesnel delile dayanmayan bir palavradan başka birşey değildir.

Bunun üzerinden çok da fazla zaman geçmeden başka bilim insanları Ida üzerine bir makale yayımladılar. Journal of Human Evolution‘daki makalede paleontologlar  Blythe Williams, Richard Kay, Christopher Kirk ve Callum Ross,  geçen sene Jens L. Franzen ve arkadaşlarının vardığı Ida‘nın kuru burunlular alt takımına ait bir canlı olduğu sonucunun hatalı olduğu görüşünü savunuyorlar. Bu makelede Ida, aşağıda göreceğiniz şekildeki gibi ıslak burunlular alt sınıfında tanımlanıyor.

Peki bu ne demek oluyor? Harun Yahya’nın görüşleri en başından beri doğru muydu? Ida sıradan bir lemur fosili miydi? Elbette böyle birşey söz konusu dahi değil. Zaten yukardaki şekilden de anlaşılacağı gibi böyle birşey olsaydı Darwinius‘un Lemuroidea üst ailesinde olması gerekirdi. Ayrıca zaten yeni makalenin de hiçbir yerinde bu tip bir iddia yok. Hiç kimse Ida‘nın nesli tükenmiş bir lemur türü olduğu gibi bir görüşü savunmuyor, böyle bir iddiada bulunmuyor. Tartışma tamamen Ida‘nın dahil olduğu Adapiformes grubunun kuru burunlular alt takımına mı ıslak burunlular alt takımına mı ait olduğuyla ilgili. Ida‘nın soyu tükenmiş bir lemur türü olmadığını gösteren çok açık deliller varken bu gelişmenin malum şahıs ve şakşakçıları tarafından nasıl değerlendirileceğini merakla bekliyorum. Fosil lemur hezeyanını hiçbir şekilde desteklemeyen bu makaleyi nasıl kendi taraflarına çekeceklerini büyük bir merak içinde bekliyorum.

Vay Garibanlar Vay

darwiniusBu garibanlar kim biliyor musuz? Bilim adamları. Peki onlara acıyan “vay garibanlar vay” diyen kim? Harun Yahya. Geçtiğimiz ay haberleri çıkan 47 milyon yıllık Ida adı verilen primat fosili Harun Yahya ve tayfasını çok kızdırmış gibi gözüküyor. Darwin’in doğumunun 200. yılı olması nedeniyle Darwin’i onurlandırmak adına Darwinius masillae olarak adlandırılan, neredeyse mükemmel bir şekilde korunmuş olan primat fosili 1983 yılında bulunmuş fakat sadece son 2 yıldır üzerinde çalışmalar yapılıyordu. Çalışmalar bitip sonuçlar duyurulduğunda yaratılışçılar pek de mutlu olmadılar elbette. Her zamanki zırvalarına başladılar.

Harun Yahya’nın Ida hakkında söylediklerine bakalım:

Dünyada yaşamış türlerin %90’ının soyu tükenmiştir. Lemurun ise 99 türü vardır. Ve bu 99 türün 16’sının soyu tükenmiştir. Yeni bulunan fosillerle de soyu tükenmiş lemur türlerinin sayısı artmaktadır. Pek çok tür ise tükenip kaybolmuştur. Bulunan fosil Ida da soyu tükenip kaybolan lemur türlerinden biridir. Bu fosil, diğer bulunan soyu tükenmiş türler gibi hiçbir ara form özelliği göstermemektedir, mükemmel bir canlıdır. Bu da yaratılışa delildir.

Yok yok şaka falan değil. Gayet ciddi ciddi yazılmış şeyler bunlar. Bilim adamları neredeyse mükemmel bir şekilde korunmuş bir fosil üzerinde 2 yıl çalışıyorlar, gayet ayrıntılı ve uzun çalışmalar sonucunda bir sonuca ulaşıyorlar ama pek muhterem Harun Yahya sırf bu sonucu beğenmediği için kendi inançlarına uyacak bir sonucu hiçbir bilimsel temele, delile veya analize dayandırmadan insanlara empoze etmeye çalışyor. Ida soyu tükenmiş bir lemurmuş aslında. Delil nerede? Bu sonucu destekleyen herhangi bir bilimsel çalışma, araştırma var mı? Bu sonuca hangi verilerden ulaşıldı? Sanırım her zamanki yöntem kullanıldı yine: Resimlere bakmak. Harun Yahya’yı özeli kılan, bilim dünyasında eşsiz bir yere sahip olmasını sağlayan ve herkesi kendisine hayran bıraktıran muhteşem bir yeteneği var. Harun Yahya’yı ve çalışmalarını yıllardır takip ettiğim için fosil ve canlı resimlerine bakarak canlıların “tamamen aynı” olup olmadıklarını rahatlıkla söyleyebilmek gibi olağanüstü bir yeteneği olduğu sonucuna vardım. Özellikle Yaratılış Atlası adlı muhteşem (!!!) eserinde yüzlerce kere cömertçe gösterdiği gibi kendisi sadece resimlere bakarak canlıları ve fosilleri en ince ayrıntılarına kadar analiz etme yeteneğine sahiptir.

Ama bunun yanında evrim konusunda çok ciddi bilgi eksikleri olduğunu da üzülerek belirtmek zorundayım. Örneğin, “hiçbir ara form özelliği göstermemektedir, mükemmel bir canlıdır” demesi bana biraz garip geldi. Ara form özelliği olmaması ile mükemmel bir canlı olması arasında nasıl bir ilişki kurulmuş anlayamadım. Sanırım Harun Yahya, geçiş canlılarının çok ciddi eksikleri olan yarım yamalak canlılar olduğu gibi garip bir düşünceye sahip. Örneğin, tek kollu goril, üç ayaklı at, tek kulaklı tavşan, tek gözlü inek, burunsuz insan vb… İlk olarak bu çarpık düşünceden kurtulmak gerekiyor. Böyle saçma sapan bir görüşü hiçbir bilim adamı savunmuyor. Kimse böyle birşey iddia etmiyor. Bilim adamları, bir canlının geçiş formu olduğunu söylediklerinde o canlının yarım yamalak olduğunu belirtmiyorlar. Burada bilimsel kavramlarla ilgili çok açık bir yanlış anlama olduğu görülüyor.

Tabi bir de sondaki “Bu da yaratılışa delildir.” biraz yersiz olmuş sanki. Bu şuna benzemiş: “Geçen gün yağmur yağdı, bu da yaratılışa delildir, o zaman Allah vardır.” Aklı başında insanların bu tip absürt çıkarımlar yapması gerçekten çok üzücü.

Hiçbir bilim adamı bunu ara fosil olarak kabul etmez. Bu tam, kusursuz, mükemmel bir canlıdır. Bu da Yaratılış gerçeğinin büyük bir delilidir.

Neden? Var mı bilimsel bir açıklama? Elbette yok. Sadece ünlü sihirbazımızın bir çift sözü. Bazıları için bu sözler yeterli olabilir ama benim için değil. İki yıl boyunca bu fosil üzerinde çalışan bilimcilerin ortaya koydukları bilimsel bir makale var. Oradan buradan duyduklarına itiraz etmeden önce aklı başında bir insanın ilk olarak halka açık bir şekilde internette yayımlanan bu makaleyi açıp okuması gerekir. Bu makalede sunulan bilgileri sindirerek okuması ve çıkarılan sonuçları irdelemesi gerekir. Eğer bilgilerde itiraz ettiği birşey varsa veya bilgiler ışığında varılan sonuçlarla ilgili itirazları varsa bunu ortaya koyması gerekir. Peki Harun Yahya bunlardan hangisini yapıyor? Kendine has komik üslubuyla itirazlarını 6 madde halinde sıralamış. Şimdi bu maddelere tek tek bakalım:

1. Fosilin %95’i tamdır. Dolayısıyla canlının, iç organları dahil, tüm detaylarını inceleyebilmek mümkün olmuştur. ve canlı, türlere has değişkenlik gösteren birkaç detay dışında tüm özellikleriyle MÜKEMMEL BİR LEMUR TÜRÜDÜR.

Harun Yahya’a kötü bir haberim var. Yanlış, gerçek dışı şeyleri büyük ve kalın harflerle yazınca o şey bir anda doğru olmuyor. İlgili makaleyi açıp okuma zahmetine katlanan herhangi bir kişinin rahatlıkla idrak edebileceği gibi Ida kesinlikle bir lemur türü falan değildir. Özellikle makaledeki 3 numaralı tabloyu incelerseniz, bu iddianın ne kadar komik ve gerçeklikle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir uydurma olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz.

2. Darwinist yayınlar, Ida’nın bükülebilen baş parmağının olduğunu ve bu özelliğin diğer memelilerden farklı ama insan ile aynı olduğunu iddia etmişlerdir. Oysa bugün yaşayan lemurların da başparmakları bu şekildedir.

Bu da maalesef (ama şaşırtıcı olmayan bir şekilde) gerçek değil. Primatların büyük bir bölümünde “opposable thumb” denilen türde baş parmak vardır. Kaldı ki makalenin hiçbir yerinde lemurların bükülebilen başparmağı olmadığı, bunun sadece insanlarda bulunan bir özellik olduğu ve aynı zamanda Ida’da da bulunduğu söylenmiyor. Burada açık bir çarpıtma, yanlış yönlendirme var. Makalede Ida fosili ayrıntılı bir şekilde incelenip, her türlü özelliğiyle ilgili bilgiler sunulduğu için başparmağının bükülebilir olduğunun şüphe götürmez olduğu ifade ediliyor. Bunun dışında lemurların başparmaklarının bükülebilir olmadığı veya bunun sadece insanlarda olan bir özellik olduğu gibi şeyler kesinlikle makalede bulunmuyor. Zaten bütün makalede sadece bir yerde bu konuya değinilmiş ve geçilmiş.

3. Aynı şekilde Darwinistler Ida’nın tırnaklarının olmasını da iddialarına delil olarak göstermeye çalışmaktadırlar. Oysa diğer primatların da tırnakları bulunmaktadır.

Maalesef yine yukardakiyle aynı çarptıma burada da var. Makalenin hiçbir yerinde Ida’nın tırnaklarının olması herhangi bir iddiaya delil olarak gösterilmiyor. Tırnaklı olduğu gerçeğine birkaç yerde değiniliyor. Daha önce de belirttiğim gibi neredeyse mükemmel bir şekilde korunmuş bir fosil olduğu için, bu fosil üzerinde iki yıl çalışan bilim adamları fosille ilgili tespit edebildikleri her türlü ayrıntıyı ve özelliği bu makalede belirtmeye çalışmışlar. Bükülebilir başparmak ve tırnaklar bu özelliklerden sadece ikisi. Ama asıl önemli ve kayda değer olanlar değil. Bu fosilin geçiş formu olduğunu iddia etmelerine neden olan özellikler bunlar değil. Bu özellikleri merak edenlerin tek yapması gerek şey makaleyi okumak olmalı, Harun Yahya’nın yaptığı gibi kulaktan dolma uyduruk şeylere saldırmakla bir yere varılamaz.

4. Darwinistler Ida’nın ayak bileği kemiğinin “insanınki ile aynı olduğunu” iddia etmişlerdir. Oysa canlının ayak yapısı insanınkinden tümüyle farklıdır. Ayaklardaki tek bir kemiğin benzetilerek diğer farklılıkların ihmal edilmesi, Darwinist propagandanın en bilindik yöntemidir.

Makalede kesinlikle böyle bir iddia yok. Makalede söylenen şeyin ne olduğunun daha iyi anlaşılabilmesi için ufak bir bilgilendirme yapmak gerekecek. Bilimsel sınıflandırmada primatlar, memeliler sınıfının altında bir takımdır. Primat takımı ise iki büyük alt sınıfa ayrılmıştır: Strepsirrhini ve Haplorrhini. Basitçe ve kabaca açıklamak gerekirse sırasıyla ıslak burunlular ve kuru burunlular. Lemurlar ıslak burunlular alt takımındayken goril, şempanze, orangutan ve insanlar kuru burunlular alt takımındadır. Makalede ayak bileğiyle ilgili elde edilen verilerin Ida’ın ıslak burunlulardan ziyade kuru burunlular alt takımına dahil olduğu yönündeki görüşü desteklediği savunuluyor. Yoksa Harun Yahya’nın belirttiği gibi ayak bileğinin insanınki ile aynı olduğu gibi bir iddia kesinlikle mevcut değil. Bu tamamen bir uydurmadan ibarettir diyebiliriz.

5. Darwinistler günümüz lemurlarının aksine, fosilin çenesinin ön kısmında sık dişlerin bulunmadığını ve ayrıca tımar pençesinin olmadığını belirtmiş ve bunu iddialarına delil olarak göstermeye çalışmışlardır. Oysa canlının dişleri, maymun dişleri ile benzerlik göstermektedir. Tımar pençesinin olmaması ise türe has bir özelliktir. Bu özelliklerin, türlere has varyasyonlar barındıran soyu tükenmiş bir lemurda bulunmaması, bu canlının evrimleştiğinin delili değildir. Bu canlının “insanın hayali atası olduğunun” ise hiçbir şekilde delili değildir. Canlının dişleri de parmakları da mükemmeldir. Evrimleşmekte olan, yarı gelişmiş, eksik veya anormal bir özellik sergilememektedirler.

Burada İngilizce’de “toothcomb” olarak adlandırılan yapıdan bahsediliyor diye tahmin ediyorum. Primatların ıslak burunlular alt takımına dahil 118 türün sadece bir tanesinde (Aye-aye adlı canlı ki bu bir lemur türü değildir, tek başına farklı bir ara takım oluşturur) bu toothcomb denilen yapı yoktur, kuru burunluların ise hiçbirinde böyle bir yapıya rastlanmaz. Bu açıdan bakınca bu ön diş yapısının ıslak ve kuru burunlular arasında gayet önemli bir karakteristik özellik olduğunu söylemek mümkündür kaldı ki makalenin yazaları da ıslak burunlular ve kuru burunluları ayırt etmekte kullanılan 30 anatomik ve morfolojik özelliğin incelendiği 3 numaralı tabloda bu özelliğie yer veriyorlar ve bunun Ida’nın ıslak burunlulardan ziyade kuru burunlular alt takımına ait bir canlı olduğu tezini destekler yönde olduğunu ifade ediyorlar. Aynı şekilde ıslak burunlular içinde sadece Aye-aye’nin tımar pençesi yoktur. 99 lemur türünün tamamında hem tımar pençesi hem de toothcomb vardır. Peki Ida’nın bir lemur türü olmadığını gösteren bu kadar net, tartışmaya yer bırakmayacak derecede açık deliller varken nasıl oluyor da birileri çıkıp bunun mükemmel bir lemur türü olduğunu iddia edebiliyor? Hangi akla, mantığa hizmet böyle bir iddia savunulabiliyor? Savunmayı da geçtim, nasıl oluyor da böyle absürt bir iddia dile getirilebiliyor?

Canlının dişleri ve parmaklarının yarı gelişmiş veya eksik olmamasını, bu canlının evrimin bir ürünü değil mükemmel bir yaratılışın ürünü olduğu tezini desteklemek için kullanılıyor olması zaten Harun Yahya’nın evrimin ne olduğu, evrimin nasıl işlediği, geçiş formu denilen şeylerin ne tür özellikler göstereceği gibi konularda en ufak bir fikri bile olmadığını açıkça göstermektedir. Bu ancak ve ancak ilkel, çocukca bir evrim anlayışının ürünü olabilir diye düşünüyorum.

6. Fosil aslında 1983 yılında bulunmuştur. Ve bu büyük sansasyonun yapılması için tam 26 yıl beklenmiştir. Bu uzun bekleyişin sebebi, muhtemelen Darwinistlerin en ihtiyaç duydukları anda, tamamen çökmüş ve yıkılmış oldukları anda, fosilin spekülasyon malzemesi olarak kullanılacak olmasıdır. Fosil, herhangi bir lemur fosili olarak niteliğini korurken, birdenbire, Darwinistlerin en büyük buluşu haline getirilmiştir.

Burada yapılan şey açıkça okuyucuların, nesnel gerçeklik yerine uydurulmuş hayal mahsülü bir ortamı gerçek sanmalarına çalışmak. Fosilin 1983 yılında amatör bir fosil avcısı tarafından bulunduğu ve 20 yıldan fazla gizli tutulduğu biliniyor. Gizli koleksiyoner 20 yıl sonra fosili 1 milyon dolara satmaya karar veriyor ama alıcı bulmak kolay olmuyor. Ama 2006 yılında bir grup bilim adamının önayak olmasıyla Oslo Doğa Tarihi Müzesi’nin maddi desteğiyle fosil bilim insanlarının eline geçiyor. 20 yıldan fazla süre bir rafta saklı olarak kalan bu fosil 2006’da bilim insanlarının eline geçebiliyor ve ancak o günden itibaren üzerinde çalışılabiliyor. Yani 26 yıldır bilim insanlarının elinde olan bir fosilden değil üzerinde sadece 2-2,5 yıldır inceleme, araştırma ve çalışma yapılma fırsatı olan bir fosilden bahsediyoruz. Ida’nın herhangi bir lemur fosili olmadığını gösteren su götürmez gerçekleri bir kenara koyup, Dünya üzerinde hiçbir bilim insanının savunmadığı bir görüşü sanki genel kabul görmüş bir gerçekmiş gibi böyle kendine güvenli bir şekilde ifade edebilmek gerçekten büyük bir başarı. Bu durum yazımın başlarında belirtmiş olduğum, Harun Yahya’nın muhteşem yeteneğinin bir sonucu olsa gerek.

Ayrıca Ida’nın “Darwinistlerin en büyük buluşu haline getirildiği” de pek gerçekçi bir iddia değil. Yaratılışçılar tarafından rahatlık darwinist, ateist, materyalist gibi sözlerle aşağılanacak birçok bilim insanı, bu fosilin sunuluş tarzına ve basın toplantısında söylenen allı pullu laflara tepki gösterdiler. Ida üzerinde çalışan ekip, bu işe büyük para yatırıldığı için (fosili almak için ödenen 1 milyon doları kastediyorum) eserlerini en iyi şekilde pazarlamak zorunda hissediyor kendini. Fosille ilgili belgesel ve kitap hazır. Bunları pazarlayabilmek için basın toplantısında çok büyük laflar edildi ve birçok bilim insanına göre çok abartıldı. Bu fosilin, Archaeopteryx’ten veya Tiktaalik’ten daha önemli olduğunu söylemek bana pek gerçekçi gelmiyor. Bu iki bariz geçiş formuna göre Ida daha muğlak ve durumu belirsiz gibi gözüküyor şimdilik. Başka bilim insanlarının da fosil üzerinde çalışıp birşeyler ortaya koymasını bekleyip ortaya çıkan sonuçlara göre değerlendirmek daha doğru olacaktır diye düşünüyorum. Ama ortada şöyle bir gerçek var ki Ida kesinlikle, birilerinin insanlara yutturmaya çalıştığı gibi soyu tükenmiş bir lemur türü değildir. Bu iddianın yanlışlığını gösteren su götürmez deliller bu makalede mevcut. Ida’nın sıradan bir lemur türü olup olmadığı gibi bir tartışma konusu yok. Bu sadece malum grupların çaresizlikten ortaya attıkları, saçma sapan, hiçbir bilimsel gerçeğe veya nesnel delile dayanmayan bir palavradan başka birşey değildir.

Michael J. Behe’den Ortak Atadan Türeme Üzerine

the_edge_of_evolution Michael J. Behe’nin, son kitabı olan The Edge of Evolution’da ortak atadan türemeyle ilgili yazdıkları yaratılışçılara ve akıllı tasarımın yaratılışçılığa yakın kanadına (ki maalesef kalabalık ve sesi çıkan kısmı bu kanatta bulunuyor)  adeta bir ders niteliğindedir. İlk olarak kitaptaki orijinal halini aktarıp ardından da bu bölümü elimden geldiğince Türkçeleştirmeye çalışacağım:

When two lineages share what appears to be an arbitrary genetic accident, the case for common descent becomes compelling, just as the case for plagiarism becomes overpowering when one writer makes the same unusual misspellings of another, within a copy of the same words. That sort of evidence is seen in the genomes of humans and chimpanzees. For example, both humans and chimps have a broken copy of a gene that in other mammals helps make vitamin C. As a result, neither humans nor chimps can make their own vitamin C. If an ancestor of the two species originally sustained the mutation and then passed it to both descendant species, that would neatly explain the situation.

More compelling evidence for the shared ancestry of humans and other primates comes from their hemoglobin—not just their working hemoglobin, but a broken hemoglobin gene, too. …. In the region between the two gamma genes and a gene that works after birth, human DNA contains a broken gene (called a “psedugoene”) that closely resembles a working gene for a beta chain, but has features in its sequence that preclude it from coding successfully for a protein.

Chimp DNA has a very similar pseudogene at the same position. The beginning of the human pseudogene has two particular changes in two nucleotides that seem to deactivate the gene. The chimp pseudogene has the exact same changes. A bit further down in the human pseudogene is a deletion mutation, where one particular letter is missing. For technical reasons, the deletion irrevocably messes up the gene’s coding. The very same letter is missing in the chimp gene. Toward the end of the human pseduogene another letter is missing. The chimp pseudogene is missing it, too.

The same mistakes in the same gene in the same positions of both human and chimp DNA. If a common ancestor first sustained the mutational mistakes and subsequently gave rise to those two modern species, that would very readily account for why both species have them now. It’s hard to imagine how there could be stronger evidence for common ancestry of chimps and humans.

That strong evidence from the pseudogene points well beyond the ancestry of humans. Despite some remaining puzzles, there’s no reason to doubt that Darwin had this point right, that all creatures on earth are biological relatives. (Michael J. Behe, The Edge of Evolution, p. 70-71)

M. Behe, insanlar ile şempanzelerin ortak atadan türediklerine dair görüşü ne kadar da güzel bir şekilde delilleriyle ortaya koymuş değil mi?

Bir yazarın başka bir yazarın bir kelimenin yazımında yaptığı alışılmadık bir yazımda hatasının aynısı yapmasında intihal iddiasının sağlamlaşması gibi iki farklı nesil, keyfi bir genetik kaza gibi gözüken birşeyi paylaştıklarında da ortak köken görüşü ikna edici hale gelir. Bu tür bir delil insan ve şempanze genomlarında görülür. Örneğin, insanlar ve şempanzeler diğer memelilerde C vitaminine yardımcı olan bir genin bozulmuş kopyalarını taşırlar. Bunun sonucunda ne insanlar ne de şempanzeler C vitamini yapabilirler. Eğer iki türün atası bu mutasyonu taşıyorsa ve onu soyundan gelen iki türe aktardıysa bu, durumu temiz bir şekilde açıklayacaktır.

İnsanlar ile diğer primatların ortak bir atayı paylaştıklarına dair daha ikna edici delil, sadece çalışan değil aynı zamanda bozulmuş hemoglobin genlerinden gelir. İnsan DNA’sında, iki gama geni ile doğumdan sonra çalışan bir genin arasında bozuk bir gen (buna “sözde gen” denir) vardır. Bu gen, bir beta zinciri için çalışan bir geni yakın şekilde andırsa da dilizimindeki özellikler nedeniyle başarılı bir şekilde protein kodlaması yapamaz.

Şempanze DNA’sı aynı pozsiyonda çok benzer bir sözde gene sahiptir. İnsan sözde geninin başlarında, genin deaktive olmasına neden olan iki tane belirli nükleotid değişikliği vardır. Şempanze sözde geninde de tam olarak aynı değişiklik vardır. İnsan sözde geninin biraz ilerilerinde bir yerde belirli bir harf eksiktir, burada eksilme mutasyonu olmuştur. Teknik deneylerden dolayı bu silinme, geri alınamaz şekilde genin kodlamasını karıştırmıştır. Tam da aynı harf şempanze geninde de bulunmamaktadır. İnsan sözde geninin sonlarına doğru bir harf daha kayıptır. Bu harf şempanze sözde geninde de kayıptır.

İnsan ve şempanze DNA’larındaki aynı genlerdeki aynı pozisyonlarda aynı hatalar. Eğer bir ortak ata ilk olarak bu mutasyonel hatalara sahip olup sonrasında bu iki modern türün doğuşuna neden olduysa, bu durum bu iki türün neden bu hatalara sahip olduğunu açıklayacaktır. Şempanzeler ile insanların ortak ataya sahip olduğu görüşüne daha kuvvetli nasıl bir delil olabileceğini hayal etmesi zor.

Sözde genlerde elde edilen bu kuvvetli delil insanların atasından çok ötesine işaret etmektedir. Geriye kalan birkaç bilmeceye rağmen Darwin’in, Dünya üzerindeki tüm canlıların biyolojik akrabalar olduğuna yönelik tespitinin doğruluğundan şüphe etmek için hiçbir sebep yok. (Michael J. Behe, The Edge of Evolution, s. 70-71)

Sanırım M. Behe herşeyi gayet açık bir şekilde ortaya koymuş. Bunun üzerine ortak atadan türemeyle ilgili yorum yapmayı gereksiz görüyorum. Sadece ufak bir noktaya açıklık getirmek isterim. Behe’nin evrim teorisini genel kabul gördüğü şekliyle desteklediğini iddia etmiyorum. Behe, elbette evrimin tamamen doğal nedenlerle, bilinçli bir tasarımcının tasarımı olmadan gerçekleşebileceğini kabul etmiyor. Benim burada göstermeye çalıştığım şey, ortak atadan türeme gibi su götürmez delillerle desteklenen, üzerinde tartışılması bile absürt olacak bilimsel gerçeklerin bazı insanlar tarafından hem de bilimsellik kisvesi altında saldırıya uğruyor olması ve bilimsellikle uzaktan yakından ilgisi olmayan, dürüstlükten uzak yöntemlerle eleştiriliyor olmasıdır. Eğer gerçekleri biraz olsun önemseyen, dürüst, samimi biriyseniz bu tip bilimsel gerçekleri hedef alanlara karşı tavrınızı ortaya koymaktan çekinmeyin. Gerçekleri savunmakla nahai olarak hiçbir şey kaybetmezsiniz.

Mutasyonlar ve Kambriyen Dönemi Çarpıtmalarına Yanıt

Bu ayki yazımın konusu yine Harun Yahya’nın gerçek dışı iddiaları olacak. Bu seferki kitabımız ‒ her ne kadar isim benzerliği olsa da ‒ geçen seferkinden farklı. Bu yazıda “50 Maddede Evrim Teorisinin Çöküşü” adlı kitaptaki iki maddeyi ele alacağım. Lafı fazla uzatmadan incelememize başlayalım:

4 – Deprem, Bir Şehri Nasıl Geliştiremezse, Mutasyonlar da Canlıları Geliştiremezler
Mutasyonlar, insan vücuduna dair tüm bilgilerin şifreli olduğu DNA üzerindeki rastlantısal değişikliklerdir. Mutasyonlara radyasyon, kimyasallar gibi etkenler neden olur. Evrimciler, mutasyonların canlıları evrimleştirdiğini öne sürerler. Oysa mutasyonlar canlılara daima zarar verirler, onları geliştirmezler, onlara yeni özellikler (örneğin kanat, akciğer gibi organlar) kazandıramazlar. Onları ya öldürür ya da sakat bırakırlar. Mutasyonların bir canlıyı geliştirdiğini, ona yeni özellikler kazandırdığını iddia etmek, bir depremin bir şehri daha gelişmiş ve modern bir hale getirdiğini, veya bir bilgisayara çekiçle vurulduğunda bir üst modelinin ortaya çıkacağını iddia etmeye benzer. Nitekim gözlemlenmiş hiçbir mutasyonun genetik bilgiyi artırdığı görülmemiştir. (Harun Yahya, 50 Maddede Evrim Teorisinin Çöküşü, s. 10-11)

Mutasyonların canlılara daima zarar verdiği, canlıları geliştirmediği, yeni özellikler katmadığı gibi iddialar ancak bilimsel gerçeklerden tamamen kopuk bir zihnin ürünü olabilir. Elbette her mutasyon yararlıdır, yeni özellikler katar gibi bir iddiada değilim ama Harun Yahya’nın buradaki iddiası tüm mutasyonların zararlı olduğu yani hiçbir şekilde yararlı mutasyon olamayacağı yönündedir. Amerika’daki en popüler evrim karşıtı Hristiyan gruplardan olan Answers in Genesis bile yaratılışçılar tarafından asla kullanılmaması gereken argümanlar listesine “hiçbir yararlı mutasyon yoktur” maddesini koymuştur. İnançları uğruna Dünya’nın 6000 yaşında olduğunu bile savunabilen bu adamlar bile “hiçbir yararlı mutasyon yoktur” argümanının bilimsel gerçeklerle çeliştiğini görebiliyor ama Harun Yahya bu saçma iddiayı savunuyor ve bu görüşü, depremlerin binaları yıkması ve çekiçle bilgisayar vurmak gibi absürt örneklerle süsleyerek insanlara yutturmaya çalışıyor.

Mutasyonların prensip olarak yararlı olup olamayacağıyla ilgili bir tartışmaya girmek bile anlamsız olacaktır. Şüphesiz ki prensip olarak mutasyonlar yararlı sonuçlara neden olabilir. Ama gerçekten de gözlemlenmiş yararlı mutasyonlar var mıdır? Elbette vardır. Bu konuda en çok bilinen birkaç örnek için Yararlı mutasyonlar var mıdır? başlıklı yazıya bakabilirsiniz. Bu yazıda yararlı olduğu bilinen birkaç mutasyon örneğini ve kısa açıklamalarını görebilirsiniz.

Bunun yanında Mutasyon tipleri ve ektileri başlıklı yazıyı da incelemek Harun Yahya’nın örneklerinin absürtlüğünü daha net ortaya koyacaktır. Örneğin kromozom veya gen duplikasyonları (ikileşmeleri) bir çekiçle bilgisayara vurmaktan ziyade örneğin bilgisayarın sabit diskinin veya hafıza biriminin birer kopyasının oluşması gibi birşeydir. İkinci bir sabit disk oluşmasının yararlı olmasının mümkün olamayacağını mutlaka zararlı olacağını söylemek ne kadar akıllıcadır sizce? Gen duplikasyonlarının yanında ekleme ve çıkarma mutasyonları ile nokta mutasyonların da yeni ve farklı özelliklerin ortaya çıkmasında etkili olduğu gözlemlenmiş ve gayet iyi bilinen gerçeklerken Harun Yahya’nın yaptığı gibi bu gerçekleri görmezden gelerek insanlara bunların aksini aktarmaktaki amaç ne olabilir? Olay acaba sadece bilgisizlikten kaynaklanan yanlış bilgi aktarımı mı yoksa belli bir amaca yönelik olarak çarpıtma ve aldatmaca mı?

Geçelim bir diğer iddiaya:

7 – Canlı Grupları Yeryüzünde Aniden ve Aynı Anda Ortaya Çıkmıştır
Bugün bilinen temel canlı kategorilerinin tamamına yakını, 530-520 milyon yıl önce, “Kambriyen Devri” adı verilen jeolojik devirde aynı anda ve aniden ortaya çıkmıştır. Süngerler, yumuşakçalar, solucanlar, derisidikenliler, eklembacaklılar, omurgalılar gibi birbirinden tamamen farklı vücut planlarına sahip canlı kategorileri, daha önceki jeolojik devirlerde hiçbir benzerleri yokken, bir anda belirmişlerdir. Bu gerçek, evrimcilerin, canlıların tek bir ortak atadan uzun zaman içinde ve aşama aşama türedikleri iddiasını çürüten önemli bir delildir.

Yeryüzünün bir anda, son derece farklı vücut yapılarına, son derece karmaşık organlara sahip birçok canlı ile dolması, elbette ki bu canlıların yaratıldıklarını gösterir. Evrimciler, Allah’ın varlığını ve yaratışını inkar ettikleri için bu mucizevi olayı kesinlikle açıklayamazlar. (Harun Yahya, 50 Maddede Evrim Teorisinin Çöküşü, s. 12-13)

Burada devasa boyutta bir çarpıtma göze çarpıyor. Belki çok önemli değil ama Kambriyen devri 10 milyon yıllık bir aralığı değil 490-543 milyon yıl öncesini yani 53 milyon yıllık görece oldukça uzun bir aralığı kapsar. Ayrıca bilinen temel canlı kategorilerinin tamamına yakınının bu dönemde ortaya çıktığı, tamamen gerçeklikten uzak ve bilimsel delillerle çelişen temelsiz bir iddiadan başka birşey değildir. Eski bir Genç Dünya Yaratılışçısı ve (halen) Hristiyan olan Glenn R. Morton’un Phylum Level Evolution (Filum Seviyesi Evrim) başlıklı makalesinde belirtildiği gibi Kambriyen öncesi dönemde 4 filum, Kambriyen döneminde 9 filum, daha sonraki dönemlerde ise 20 civarında filum ortaya çıkmıştır. Bunlar sadece hayvan filumlarını kapsar. Bunlara bitki filumları da eklendiğinde dağılım şöyle olur: Kambriyen öncesi dönemde 4, Kambriyen döneminde 9, sonraki dönemlerde ise 32 filum. Görüldüğü gibi Kambriyen döneminde ortaya çıkan temel canlı kategorileri bırakın tamamına yakın olmayı çoğunlukta bile değildir. Son 10 bin yıllık dönemi kapsayan Holosen devrinde yani M.Ö. 8000 yılından günümüze kadar on 10 bin yıl içinde olan süreçte 12 (bitkiler de katılırsa 13) yeni filum ortaya çıkmıştır. Yani şu anda Kambriyen dönemine göre çok daha kısa sürede daha fazla yeni vücut planının ortaya çıktığı bir dönemde yaşamaktayız. Ayrıca bakterilerilerin 2.5-3 milyar yıl önce var oldukları gerçeğini de unutmamak gerekir. Mikroorganizmlar Kambriyen döneminin çok öncesinden beri Dünya üzerinde varlıklarını sürdürmektedirler.

Burada tüm yaratılışçıların cevap vermesi gereken çok önemli bir soru karşımıza çıkıyor. Fosil kayıtlarında omurgalı hayvanların ilk defa gözlemlenme sırasının balıklar, amfibiyenler, sürüngenler, kuşlar ve memeliler şeklinde olması ve aniden hep beraber bir ortaya çıkışın olmaması Kambriyen patlaması iddiasını nasıl destekler? Ayrıca neden Kambriyen dönemine ait hiçbir amfibiyen, sürüngen, kuş veya memeli fosili yoktur? Eğer Kambriyen dönemi ani ve toptan bir yaratılışı temsil ediyorsa neden bu dönemden kalan sürüngen, kuş veya memelilere ait hiçbir fosil bulunmuyor ve aniden yaratılış görüşünün tam aksine bu canlı grupları kademeli bir değişimi işaret edercesine sırayla ortaya çıkıyorlar?

Evrim Teorisi bilimsel ve geçerli bir teori değil midir?

Herkese merhaba. İlk olarak bana Turan Dursun Sitesi’nde böyle bir köşe veren site yöneticilerine teşekkürlerimi sunmak isterim. Bu köşede her ay farklı bir konuyu ele almayı düşünüyorum. Ele alacağım konuları genellikle Harun Yahya’nın kitaplarından ve internet sitelerinden belirleyeceğim. Elbette başka evrim karşıtı metinleri de zaman içinde inceleyeceğim fakat bu kategoride en büyük pay Harun Yahya’nın olduğu için haliyle çoğunlukla onun yazılarını gündemime almış olacağım.

İlk olarak Harun Yahya’nın “20 Soruda Evrim Teorisi’nin Çöküşü” adlı kitabından başlamayı düşünüyorum. Bu ayki yazımda 20 sorunun ilki olan “Evrim Teorisi neden bilimsel ve geçerli bir teori değildir?” başlıklı bölümü inceleyeceğim:

Evrim Teorisi yeryüzündeki canlılığın tesadüfler sonucunda, doğal şartlarla kendiliğinden meydana geldiğini savunur. Bu teori bilimsel bir kanun, ispatlanmış bir gerçek değil bilimsellik kisvesi altında toplumlara empoze edilmeye çalışılan Materyalist bir dünya görüşüdür. Modern bilim tarafından her alanda yalanlanan bu teorinin en büyük dayanakları ise birtakım hile, sahtekarlık, çarpıtma, aldatmaca ve göz boyamalardan oluşan telkin ve propaganda yöntemleridir.

Buradan anlaşılan ilk şey Harun Yahya’nın Evrim Teorisi’nin neyle ilgili olduğunu, neleri açıklamaya çalışan bir teori olduğunu bilmediğidir. Evrim Teorisi’nin yaşamın nasıl başladığını açıkladığını sanıyor. Belli ki yaşamın kökeninin farklı bir dal ve araştırma konusu olduğunun farkında bile değil. (Yaşamın kökeniyle ilgili tezler, hipotezler ve modeller için bakınız: Abiyogenez) Yaşamın doğaüstü bir dış müdahele olmadan doğal koşullarla kendiliğinden oluşması anlamına gelen abiyogenezin, evrim teorisiyle olan ilişkisine dair Laurence A. Moran’ın Evrim ve Abiogenez başlıklı makalesini okumanızı önerebilirim.

Evrim Teorisi bugün dünya üzerinde görmekte olduğumuz canlılığın çeşitliliğini açıklamaya çalışır; kökenini değil. ABD’li biyolog Douglas J. Futuyma 2008 yılında Türkçe’ye “Evrim” adıyla çevrilen ve Palme Yayınevi’nden çıkan kitabında Darwin’in Evrim Kuramı alt başlıklı bölümde şöyle demektedir: “Türlerin kökeni iki büyük sava sahiptir: Birincisi Darwin’in değişerek türeme kuramıdır. Bu kuram tüm türlerin -bugün yaşayanlar ya da ortadan kalkmışlar dahil- kesintisiz olarak bir ya da birkaç ilk yaşam formundan köken aldığını söyler.” (Douglas J. Futuyma, Evrim, s. 7)

Görüldüğü gibi Darwin türlerin kökenini bir veya birkaç ilk yaşam formuna dayandırmıştır. Geçmişte yaşamış olan ve bugün yaşamakta olan türlerin kökenini ilk canlılara dayandırarak ‘evrim’ ile açıklamaya çalışmaktadır. Yani başka bir deyişle yaşamın varlığını kabul etmektedir. Evrim Teorisi yaşamın değil farklı türlerin nasıl oluştuğunu açıklamaya çalışır. Zaten teoriyle az-çok ilgilenen herkes evrimin mekanizmalarının yaşamın kökenini açıklamakla ilgisi olmadığını, türleşmenin nasıl gerçekleştiğini açıklamaya çalıştığını bilir. (Bu konuda ayrıntılı bilgi için Evrimsel Biyolojiye Giriş başlıklı makaleyi okuyabilirsiniz.)

Paragrafın devamı ise başlangıcından beter. Evrim Teorisi’nin ‘bilimsellikle ilgisi olmayan; Materyalist, Ateist, Komünist, Marksist, Leninist, Stalinist, Maoist… (aklınıza başka ne geliyorsa ekleyebilirsiniz) bir komplo teorisinin parçası olduğu’ türünden garip bir iddia ile dini duyarlılığı olan okuyucuların aklı çelinmeye çalışılıyor. Evrim teorisinin dayanaklarının çarpıtma ve sahtekarlıklar olduğu gibi akıllara zarar bir iddia ortaya atılıyor. Yıllardır bu tartışmaları takip eden biri olarak bunların (çarpıtma, manipülasyon, dezenformasyon, kandırma, aldatma, vb..) genel olarak yaratılışçıların yegâne ve değişmez taktikleri olduğunu sayısız kere gözlemlemişimdir. Zaten Harun Yahya’nın bu tip bir iddiada bulunuyor olması da yine bu tip bir taktiğin parçası olarak mevcut durumu gayet net bir şekilde açıklıyor.

Buradaki temel iddia olan Evrim teorisinin “materyalist bir dünya görüşünü temsil ettiği” iddiası o kadar temelsiz ve kolaylıkla çürütülebilir ki bir insan nasıl olup da böyle temelsiz iddialarda bulunabiliyor anlamak mümkün değil… Harun Yahya’nın iddiasına göre Evrim teorisinin ne olduğunu bilen, anlayan ve bu teorinin doğruluğunu kabul eden birisinin materyalist olması gerekir. Peki durum böyle mi? Gerçekten de teoriyi kabul edenler içinde örneğin hiç teist veya deist yok mu? Elbette var. Örneğin akıllı tasarım ve yaratılışçılığa son yıllarda en şiddetli şekilde karşı çıkan ve evrimi savunan Kenneth R. Miller bir Katoliktir. Yine yaratılışçılık ve akıllı tasarıma karşı çıkan ve evrimi savunan Francisco J. Ayala ise bir deisttir; yani tanrının varlığına inanmaktadır. Evrimsel biyoloji’nin 20. yüzyıldaki en önemli isimlerinen biri olan Theodosius Dobzhansky kendisini Ortodoks Hristiyan olarak tanımlıyordu. Aynı şekilde yine evrimsel biyolojinin en önemli isimlerinden biri olan Ronald Fisher da bir Hristiyandı. 2000-2008 Yılları arasında İnsan Genomu Projesi’nde direktör olarak çalışmış olan Francis Collins akıllı tasarım ve yaratılışçılığa karşı çıkarak evrimi (tüm canlıların ortak bir atadan türediğine ilişkin kanıtların ezici olduğunu ve evrimin Tanrı’nın yaratılış için kullandığı bir şema olduğunu söylemektedir) savunmaktadır; kendisi bir Hristiyandır. Bunlar gibi birçok örnek bulunabilir ama sanırım en meşhur olanlar bunlardır. Heralde bu bilim insanlarının evrimle ilgili bilgilerini sorgulamak bize düşmez. Şüphesiz ki Harun Yahya’nın evrimle ilgili bildiğinden çok daha fazlasını biliyorlar.

Peki Harun Yahya’nın evrim teorisinin “materyalist bir dünya görüşünün eseri” olduğu yönündeki iddiası doğruysa nasıl oluyor da bu adamlar hem evrimin doğruluğunu kabul edip hem de tanrıya inanabiliyor? Nasıl oluyor da Materyalist bir görüşün eserini inançları ile bağdaştırabiliyorlar? Acaba bu adamlar çok mu akılsızlar? Yoksa Harun Yahya’nın bu argümanı, inançlı insanların dini duygularını kullanarak onları ‘evrim karşıtı’ bir tavır almaya yöneltme amaçlı bir taktikten mi ibaret?

Yeri gelmişken Charles Darwin’den de bir alıntı ile bu konuya katkıda bulunmak faydalı olacaktır. Darwin 3 Mayıs 1879 tarihinde John Fordyce’e gönderdiği mektupta “Bir kişinin hem ateşli bir Teist hem de bir evrimci olabileceğinden şüphe edilmesi bana absürt geliyor.” diyor. Bu arada 12000 civarında Amerikalı din adamının imzaladığı; evrimin temel bilimsel bir gerçek olduğu, bu gerçeğin reddedilmesinin ve “sıradan bir teori” denilerek küçüksenmesinin bilinçli olarak cehaletin benimsenmesi ve bu cehaletin yeni nesillere aktarılması olduğunun ifade edildiği; okullardaki bilim derslerinde evrim teorisinin, insanlığın bilgi birikiminin temel bir parçası olarak öğretilmesinin savunulduğu mektuptan da bahsetmeden geçmiş olmayayım.

Ne paragrafmış ama! Maalesef bu kadar şeye rağmen işimiz bitmedi. Belki de en önemli kısıma henüz hiç dokunmadık. “Bu teori bilimsel bir kanun, ispatlanmış bir gerçek değil…” diyordu Harun Yahya Evrim Teorisi için. Evrimin teori mi, kanun mu, hipotez mi yoksa bir gerçek mi olduğu konusunda Douglas Futuyma’nın Evrim’inden ilgili bölüme bakalım:

Bilimde, hipotez, doğru olabilecek bir olayın, bilgiye dayanan bir kestirimi ya da açıklamasıdır. Bir hipotezin başlangıçta desteği zayıf olabilir, fakat geçerli bir gerçek olma noktasına dek destek görmeye devam edebilir. Copernicus (Kopernik) için yerin güneş etrafında dönüşünün desteği zayıftı; daha sonra çok destek görmüş bir hipotez olduğu için onu bir gerçek olarak kabul ederiz. Pekçok felsefeci (ve bilimciler), mutlak kesinlikle ilgili hiçbirşey bilmediklerini düşünürler. Biz ise, çok fazla kanıtla destek gören hipotezlere gerçek adını vermekteyiz.

Günlük kullanımı ile “kuram” desteksiz ve dayanaksız bir kestirimdir. Bir çok sözcük gibi, bu terimin de bilimdeki anlamı farklıdır. Bir bilimsel kuram, çeşitli gözlemleri açıklayan, akıl yürütme ve kanıtlara dayanan, olgun, birbiri ile tutarlı bağlantılı söylemlerdir. (…) Böylece atom kuramı, kuantum kuramı, levha tektoniği kuramı, çok çeşitli olay ve olguları açıklayan, kanıtlarla güçlü biçimde desteklenen birbiri ile ilişkili düşüncelerin ayrıntılı bir düzenidir.

Bu tanımlamalara göre evrim bir gerçektir. Fakat evrim gerçeğini açıklayan evrim kuramıdır.

Türlerin Kökeni’nde Darwin aslında iki ana hipotez ileri sürdü: Canlılar, ortak atadan değişerek türemişlerdir. Ve değişimin asıl nedenikalıtsal çeşitlilik üzerinde işleyen doğal seçilimdir. Değişerek türeme için Darwin bol bol kanıt sağladı. Darwin’den bugüne dek taşılbilim, türlerin coğrafi dağılımı, karşılatırmalı anatomi, embriyoloji, genetik, biyokimya ve moleküler biyolojiden elde edilen yüzlerce/binlerce gözlem ile bu hipotez doğrulandı. Böylece ortak atadan değişerek türeme hipotezi, uzun süredir bilimsel bir gerçek durumundadır.

Değişimin nasıl ortaya çıktığının ve atalardan nasıl çok çeşitli yavru döllerinin doğduğunun açıklaması evrim kuramının özünü oluşturur. Şimdi Darwin’in kalıtsal çeşitliliğin üzerinde işleyen doğal seçilim hipotezinin doğru olduğunu biliyoruzi fakat ayrıca evrimin, Darwin’in farkına vardığından daha çok nedeni olduğunu da biliyoruz. Ayrıca doğal seçilim ve kalıtsal çeşitliliğin Darwin’in varsaydığından daha karmaşık olduğunu da biliyoruz. Evrimin nedenleri üzerine bir düşünceler sistemi, mutasyon, yeniden bileşim, gen alış-verişi, yalıtım, rastgele genetik sürüklenme, doğal seçilimin birçok biçimi ve diğer etmenler bizim güncel evrim kuramı anlayışımızı ya da “evrim kuramı”nı oluşturur. Evrim kuramı, bilimdeki tüm kuramlar gibi henüz tamamlanmamıştır, çünkü evrimin tüm nedenlerini henüz bilmiyoruz, hatta bazı ayrıntıların sonradan yanlış olduğu anlaşılabilir. Fakat kuramın temel ilkeleri iyice desteklenmektedir ve biyologların çoğunluğu bunları güvenle kabul eder. (Douglas J. Futuyma, Evrim, s. 13-14)

Alıntı biraz uzun oldu farkındayım ama Harun Yahya’nın “sadece bir teori” yaklaşımının ne kadar komik ve bilimsel temelden yoksun olduğunu göstermesi açısından her cümlesinin çok önemli olduğunu düşündüğüm için bölmek istemedim. (Buna ek olarak ünlü paleontolog ve evrimsel biyolog Stephen Jay Gould’un Evolution as Fact and Theory yani “Gerçek ve Teori olarak Evrim” başlıklı makalesini ve evrimsel biyolog T. Ryan Gregory’nin Evolution as Fact, Theory, and Path yani “Gerçek, Teori ve Yol olarak Evrim“ (burada yol ile canlı türlerinin geçtiği tarihsel yol kastediliyor) başlıklı makalesini okumanızı ve bilimsel açıdan olaya nasıl bakıldığını daha ayrıntılı bir şekilde görmenizi önerebilirim.)

Yazılan herşeyi tek tek incelemenin mümkün olmadığı açık bir şekilde gözüküyor. Bir paragraftaki yanlışlara işaret edip, bunların doğrularını açıklamak bu kadar sürdüğüne göre maddenin tamamını bu şekilde incelemek ufak çaplı bir kitapçık yazmayı bile gerektirebilir. Bu nedenle yazılan herşeyin üzerinden geçmeyeceğim ki zaten maddenin devamını okursanız büyük bölümünün, ilk paragrafta yazılanların ağızda evelenip gevelenmesi ve ufak tefek değişikliklerle tekrardan pişirilip önümüze serilmesinden ibaret olduğunu göreceksiniz. Ama arada dikkatimi çeken ve okurken neredeyse koltuğumdan düşmeme neden olan bir bölümü paylaşmadan geçmek istemiyorum. Bakın Harun Yahya evrimciler hakkında neler diyor: “Evrimcilerin desteksiz varsayımlar, taraflı-gerçek dışı yorumlar, çarpıtmalar, aldatmacalar, hayali çizimler, psikolojik telkin yöntemleri, sayısız sahtekarlık ve göz boyama tekniklerinden başka bir dayanakları yoktur.”

Bu cümleyi tek bir değişiklik ile doğru hale getirmek mümkün. “Evrimcilerin” kelimesini “Yaratılışçıların” ile değiştirdiğimizde günümüz evrim-yaratılış tartışmalarındaki yaratılışçı kanadın takındığı tavrı gayet isabetli bir şekilde tarif etmiş oluruz.

Evrim Karşıtlarına Dersler: İnsan Kromozomu 2

Şekil 1. Kromozom yapısı (Büyütmek için resme tıklayın) - genome.gov

Şekil 1. Kromozom yapısı (Büyütmek için resme tıklayın) – genome.gov

Aslında herkes aşağı yukarı ne olduğunu biliyordur ama yine de Vikipedi’deki kromozom maddesinden ufak bir alıntı ile başlayalım:

Kromozom; DNA’nın “histon” proteinleri etrafına sarılmasıyla, yoğunlaşarak oluşturduğu, canlılarda kalıtımı sağlayan genetik birimlerdir.

Birçok canlı gibi insan da trilyonlarca hücreden meydana gelir. Hücre, bitkisel ya da hayvansal her türlü yaşam biçiminin en küçük birimidir. Her hücre bir sitoplazma ve çekirdekten meydana gelir. Çekirdeğin içinde ise kromozom adı verilen ipliksi parçalar bulunur. Kromozomlar, molekül yapıları çok iyi bilinen DNA (deoksiribo nükleik asit) zinciri ile histon denilen protein zincirinden oluşur. DNA zincirleri de özgül proteinleri sentezlemekle görevli gen adı verilen birimlerden oluşur.

Yani genetik bilgimiz tek bir uzun DNA zincirinde değil birçok farklı uzunluk ve içerikteki kromozomlarda saklanır ve gerektiğinde kopyalanır. Kopyalama işlemi canlılığın devamı açısından kritik öneme sahip ve rahatlıkla olmazsa olmaz diyebileceğimiz bir prosedürdür. Kromozomlarda, kopyalama veya bölünme sürecinde önemli göreve sahip bölümler vardır. Bunlardan ikisi sentromer ve telomerlerdir (sentromerlerin işlevi için buraya, telomerlerin yapı ve işlevi içinse buraya bakabilirsiniz). Bizim için burada asıl önemli olan şey sentromerlerin normalde her kromozomda sadece bir yerde, telomerlerin ise kromozomların uçlarında bulunuyor olmasıdır. Aşağıdaki şekilde kabaca hem normalde olması gereken kromozom yapısını hem de iki kromozomun uç uca eklenerek birleşmesi sonucu oluşacak bir kromozomun genel yapısını görebilirsiniz.

Uç uca kromozom birleşmesi durumunda oluşacak kromozom yapısı

Şekil 2. Uç uca kromozom birleşmesi durumunda oluşacak kromozom yapısı

Bunun ardından bazı gözlemsel verilere bakalım. Bunlar üstünde tartışma olan spekülatif şeyler değil. Direk olarak gözlemlenmiş şeyler. Yani bunları olgu veya gerçek olarak tanımlayabiliriz.

Yazının devamı ->>

Evrim Karşıtı İddialara Cevaplar

cdk007‘nin iki videosu Razorhead tarafından Türkçeleştirilmiş. Kendisine teşekkürlerimi sunuyor ve çalışmalarının devamını diliyorum. İyi seyirler.

Evrim Teorisi Karşıtı 10 İddia ve Cevapları

Direkt link: http://www.youtube.com/watch?v=VEHpu1I0TXs

Bilinçli Tasarım Neden Doğru Değil?

Direkt link: http://www.youtube.com/watch?v=V7ym4C0i7V0

Evrim Karşıtlarına Dersler: Stephen Jay Gould ve Alan Feduccia

Stephen Jay Gould ve Alan Feduccia, evrim karşıtlarının sıkça alıntı yaptığı ve evrim karşıtı görüşlerine destek sağlamak için kullandıkları iki talihsiz bilim insanıdır. Gould ve Feduccia’dan yapılan alıntılarla, bu kişiler geçiş formlarının olmadığını savunuyormuş gibi gösterilmeye çalışılır ve böylece evrim karşıtı görüşler bilim insanları tarafından sanki geniş bir destek görüyormuş havası verilmeye çalışılır. Feduccia genellikle Archaeopteryx’in geçiş formu olup olmadığı konusunda alıntılanırken Gould, hem genel anlamda geçiş formları konusunda hem de Archaeopteryx’le ilgili olarak alıntılanır. Şimdi bu iki bilim insanının geçiş formları, Archaeopteryx ve yaratılışçıların taktikleriyle ilgili düşüncelerine bakalım.

İlk olarak Gould’un geçiş formlarının varlığı hakkında ne dediğine ve yaratılışçıların kendisini geçiş formlarının olmadığını söylüyormuş gibi göstermesiyle ilgili görüşlerine bakalım:

Yazının devamı ->>

Evrimin Mücevherleri

Nature dergisinde 2008’in son haftasında evrimin gözlemlerle doğrulanan bir olgu olduğunu gösteren son 10 yıldaki gelişmeleri içeren 15 maddelik bir liste yayımladı. Evrim Olgusu adlı yeni bir blogda bu maddeler Türkçe’ye çevrilerek yayımlanıyor. Mutlaka okunması gereken bir yazı dizisi olduğunu düşünüyorum. Evrim Olgusu‘nda yayımlandığı şekliyle makalenin giriş yazısı aşağıdadır:

15 Evrimsel Cevher

Doğal seçimle gerçekleşen evrimi destekleyen verilerle ilgili bilinçlenmeyi yaymak isteyenler için Nature dergisinden bir kaynak

Henry Gee, Rory Howlett, ve Philip Campbell

Biyologların çoğu yaşamın milyarlarca yıldır süregelen doğal seçimle evrimleştiğini kabul eder. Bu temele sağlam bir biçimde oturtulmuş disiplinlerde araştırmaya ve öğretmeye devam ederler, onlar için Dünya’nın Güneşin etrafında dönmesi nasıl sağlam bir olguysa evrim de öylesine sağlam bir olgudur.

Darwinci görüşlere ve gerçeklere hala karşı çıkılması (biyologlarca nadiren) göz önüne alındığında, doğal seçimle evrimin gözlemlerle doğrulanan bir olgu olduğunu gösteren kısa ve öz bir anlatımın insanların elinde sunuma hazır bir biçimde bulunması yararlı olacaktır. Aşağıda Nature tarafından geçen on yıl boyunca yayımlanmış 15 örneği evrimsel düşüncenin yaygınlığını, derinliğini ve gücünü göstermek amacıyla sunuyoruz. Bu kaynağı bedelsiz sunmaktan mutluyuz, ve bedelsiz olarak dağıtımını da özendiriyoruz.

FOSİL KAYDININ CEVHERLERİ

1. Balinaların karada yaşayan ataları
2. Sudan karaya
3. Tüylerin başlangıcı
4. Dişlerin evrimsel tarihi
5. Omurgalı iskeletinin başlangıcı

DOĞAL ORTAMIN CEVHERLERİ

6. Türleşmenin doğal seçimi
7. Kertenkelemsilerin doğal seçimi
8. Eş-evrimin bir örneği
9. Yabani kuşlarda ayrımsal yayılım
10. Lebisteslerde seçmeli sağkalım
11. Evrimsel tarih önemlidir

MOLEKÜLER İŞLEMLERİN CEVHERLERİ

12. Darwin’in Galapagos ispinozları
13. Mikroevrimin makroevrimle karşılaşması
14. Yılanlarda ve deniz taraklarında zehire karşı direnç
15. Çeşitlilik ve Kararlılık

Yazıdaki linklerden anlaşılacağı gibi henüz ilk 3 maddenin çevirisi yapılmış durumda. Yeni çeviriler geldikçe ilgili maddelere linkler eklenecektir.

Düzeltme: 26.01.2009 itibariyle tüm maddelerin çevirisi tamamlandı. Yukardaki ilgili linklere tıklayarak istediğiniz maddelere ulaşabilirsiniz.

Cahillik olduğu kesin ama kimin cahilliği?

Adnan Oktar’ın NETcevap sitesinde, Richard Dawkins’in Yaratılış Atlası’ndaki maket böcek resimlerine ve bilgi yanlışlarına değindiği yazısına cevaben Richard Dawkins’in ve Hürriyet Gazetesi’nin Cahilliği başlıklı bir yazı yayımlanmış. Ortada bir cahillik olduğu kesin ama bunun kime ait olduğu konusunda bazı şüphelerim var. Onun için Adnan Oktar’ın cevabını ufak çaplı bir incelemeye almaya karar verdim.

Evrimi çürüten yüzlerce delilin Yaratılış Atlası ile açıkça ortaya konulmasının ardından büyük bir telaş ve panik içine giren Richard Dawkins’in düştüğü büyük cehalete Hürriyet gazetesi de ortak olmuş durumda! Sitesinde, Yaratılış Atlası’nda resmi konulmuş bulunan maketten oluşan bir böcek resmini kendince bir hata olarak nitelendiren ve bu şekilde Yaratılış Atlası’nın dünya çapındaki güçlü etkisini yine kendince örtbas etmeye çalışan Dawkins’in cahilce buluşunu Hürriyet gazetesi yine aynı yanılgı içinde büyük bir keşif zannetmiştir.

Yaratılış Atlası’nda evrimi çürüten yüzlerce delil olduğu ve bunların bilimcilerde (özellikle de Richard Dawkins’te) telaş ve panik yarattığı biraz komik bir iddia olmuş gibi geldi bana. Yaratılış Atlas’ındaki sözde deliller ancak naif, bilgisiz ve konuyla ilgili araştırma imkanı bulunmayan sıradan halkı etkileyebilecek türden. Bunların bilimcilerde telaş ve paniğe yol açtığını iddia etmek en hafif tabirle saçmalamaktır. Mesela Dr. Kevin Padian’ın konuyla ilgili sözleri durumu gayet güzel özetlemekte:

Eski bir yengeç veya başka birşeyin fosilini görünce “Bakın, tamamen normal bir yengeç gibi gözüküyor, yani evrim yoktur” diyor. Neslinin tükenmiş olması onu rahatsız etmiyor gibi gözüküyor. Canlıların zaman içinde nasıl değiştiğiyle ilgili bildiklerimizi anlama yetisi yok.

Evrim konusunda uzman bir bilimcinin bu kitap ve kitabın genelinde sunulan anlayışla ilgili görüşleri böyle. Size telaş ve panik varmış gibi geliyor mu?

Bunların yanında kitapta sunulan hayali, sözde, uydurma fosillerle ilgili birkaç yazının da linkini vereyim:

Sözde cevabı incelemeye devam edelim:

Yaratılış Atlası’nda yer alan maket böcek resmi, milyonlarca yıl önce fosil örneği bulunmuş olan canlının, bugün halen yaşadığını gösteren bir böcek resmidir. Bunun maket olup olmaması, hiçbir şey değiştirmez. Önemli olan milyonlarca yıl önce yaşamış olan bu böceğin günümüzde halen aynı şekilde var olması, yaşıyor olmasıdır.

Yaratılış Atlası’nda gerçek yaşayan canlılar olarak sunulan resimlerin bir çoğunda internetten bulunmuş olan süs veya balıkçılıkta yem olarak kullanılan maketlerin kullanıldığının ortaya konması Adnan Oktar’ı sinirlendirmiş gibi gözüküyor. Eğer kendileri en başında bu resimlerin bir bölümünün gerçek canlılara değil canlıların birebir kopyası olan maketlere ait olduğunu söylemiş olsaydı, kitaplarında bunu ufak bir not olarak belirtiyor olsaydı kimse bunlarla dalga geçmezdi.

Bunların maket olup olmaması hiçbir şeyi değiştirmezmiş. Ne kadar çok şeyi değiştireceğini çok rahatlıkla gösterebiliriz. Okumaya devam et

Adnan Oktar’nın El Cezire Röportajı

El-Cezire kanalının Adnan Oktar ile 06.08.2007 tarihinde yaptığı röportajdan ilginç bulduğum bölümleri paylaşmak istiyorum (http://www.harunyahya.tv/detail.php?l=1&pid=4772&cid=0):

El Cezire: Hocam sizin yazdığınız kitaplara gidelim. Şimdi sizin bir kitabınız var “Evrim Aldatmacası”. Orada şeyden bahsediyorsunuz, diyorsunuz ki… Orada hocam ırkçılığın, faşizmin ve materyalizmin ve terörün oradan kaynaklandığını, bu teoriden kaynaklandığını bahsediyorsunuz.

Adnan Oktar: Evet.

El Cezire: Şimdi hocam bunu daha çok açar mısınız? Terörle evrim teorisi arasındaki ilişkiyi daha çok açıklar mısınız bize? Okumaya devam et

Adem ile Havva’nın uzun yürüyüşü

Okuyacağınız geniş kapak dosyası, şu anda dünyada yaşayan tek insan türü olan Homo sapiens’in 200 bin yıllık dünyaya yayılış sürecini anlatıyor. İnsanın tarihini, göç yollarını, hangi coğrafyaya ne zaman ulaştığını, iklimdeki ve dünyanın coğrafi yapısındaki değişikliklerin insan üzerindeki etkilerini, insanının dönemlere göre yaşam biçimlerini ortaya çıkarmak için yapılan arkeolojik ve antropolojik çalışmalara sürpriz bir alandan destek geldi: Genetik. Son 10 yılda genetik alanındaki gelişmeler, artık insanın yürüyüşünün geriye doğru izini çok daha kesin bir biçimde sürebilmemizi sağlıyor. Bilim insanlarının yıllardır yaptıkları birçok tartışma sonuca bağlanırken, bir dizi önyargı da çöpe atılıyor; dosyamızda okuyacaksınız.

Bu sayımızda Homo sapiens’in inanılmaz yürüyüşünü tartışmalara temel olması açısından veriyoruz. Gelecek sayılarımızda, yine genetik biliminin katkılarından yola çıkarak “ırk” ve “etnisite” kavramlarını mercek altına alacağız. Ama şunu hemen söyleyelim: Genetik biliminin son yıllardaki bulguları, ırkçılığı ve etnik milliyetçiliği bilimsel olarak çürütüyor. Artık ırkçılık veya etnik milliyetçilik yapmak, “dünya düzdür” veya “çocukları leylekler getiriyor” veya “canlıları bir tasarımcı yarattı” demek kadar bilim dışı bir safsatadır.

Kapak dosyamız, http://www.bradshawfoundation.com/journey adresli internet sitesine dayanıyor. Siteyi hazırlayan ve metinleri yazan bilim insanı Stephen Oppenheimer. Sitedeki düzeni biz de yayınımızda temel aldık. Homo sapiens’in dünyaya yayılım sürecinin kritik dönemeçlerini yansıtan ayrı ayrı bölümlerden oluşuyor dosyamız. Ama toplamda genel tablo ortaya çıkıyor. Metinleri arkadaşlarımız Zeynep Yılmaz, Elif Dastarlı, Murat Çınar, Uğur Aksu, Nazan Mahsereci, Ali Doğan Yıldırım ve Baha Okar Türkçeleştirdi. Metinler popüler bir dille yazılmış olmasına karşın bazı teknik bölümler de içeriyordu. Bazı çeviri hatalarımız olabilir; okurlarımızın uyarılarını bekliyoruz.

Bir parçası olduğumuz bu uzun yürüyüşü izlemeye başlayabilirsiniz.

Yazının devamı ->>

Akıllı Tasarımın Çöküşü

Brown Üniversitesi’nden biyoloji profesörü Kenneth R. Miller‘ın The Collapse of Intelligent Design (Akıllı Tasarımın Çöküşü) konulu konferansını Türkçe altyazılı olarak aşağıdan izleyebilirsiniz. Ayrıca videonun altındaki arayüzden de Miller’ın kullandığı sunum dosyasına ulaşabilirsiniz.

Bunlara ek olarak internet üzerinden izlemek istemeyenler aşağıdaki linklerden Türkçe altyazılı videoyu indirebilirler:

http://rapidshare.com/files/137715503/KMonID.part1.rar
http://rapidshare.com/files/137715509/KMonID.part2.rar

İyi seyirler…


At, evrimi en iyi bilinen türlerden biridir

Fosiller, bize atın evriminin çok karışık bir yol izlediğini ve kökeninin milyonlarca yıl öncesine, Eosen’e kadar uzandığını göstermektedir. Özellikle Kuzey Amerika’da bol miktarda bulunan fosiller, atların buradan türediğini, daha sonra Asya’ya geçtiğini, Amerika’da kalanların Pleistosen’de salgın bir hastalık nedeniyle ortadan kalktığını kanıtlamaktadır. Bugün Amerika’da yaşayan atlar daha sonra Avrupa’dan getirilen atlardan üretilmiştir.

Prof. Dr. Ali Demirsoy
Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü

Fosiller, bize atın evriminin çok karışık bir yol izlediğini ve kökeninin milyonlarca yıl öncesine, Eosen’e kadar uzandığını göstermektedir. Özellikle Kuzey Amerika’da bol miktarda bulunan fosiller, atların buradan türediğini, daha sonra Asya’ya geçtiğini, Amerika’da kalanların Pleistosen’de salgın bir hastalık nedeniyle ortadan kalktığını kanıtlamaktadır. Bugün Amerika’da yaşayan atlar daha sonra Avrupa’dan getirilen atlardan üretilmiştir.

Fosillerin incelenmesinden anlaşıldığı kadarıyla, atın evriminde belirli bir yol izlenmiş; fakat bu yolda birçok dallanmalar ortaya çıkmıştır. Bu yan dalların birçoğu doğal seçme ile ortadan kaldırılmıştır. Atın evriminde birinci derecede üyelerin ve dişlerin, aynı zamanda vücut büyüklüğünün değiştiğini görüyoruz.

Yazının devamı ->>

Harun Yahya’nın böcekleri

Harun Yahya’nın canlıları sınıflandırması Aristoteles döneminden kalma. Harun Yahya için bilimsel sınıflandırma metotlarının hiçbir önemi yok. Öte yandan Atlaslarda kaba hatalar ve çarpıtmalar da var. Böcek dedikleri böcek değil. Familyalar birbirine karıştırılmış. Hayat döngülerinde pupa aşaması olmayan canlıların pupalarından söz ediliyor. İşte bu tür örneklerden bir demet.

B. Mehmet Özer

Canlıların sınıflandırılmasına dair en eski çalışma, Yunanlı filozof Aristoteles tarafından yapılmıştır. Aristoteles, günümüzden yaklaşık 2300 yıl önce yaptığı sınıflandırmada canlıları yaşam ortamlarına göre (havada, karada ve suda yaşayanlar) gruplandırmıştır. O gün için bu sınıflandırma, ilerici bir özellik taşıyordu. Canlıları “benzer” özelliklerine göre sınıflandırarak onları daha sistemli bir şekilde incelemeyi amaçlıyorlardı.

Aristoteles’ten sonra da birçok filozof ya da doğa bilimci canlıları sınıflandırdı. Bu sınıflandırmalarda canlıların çeşitli “benzerlikleri”nden yararlandılar. Kimi yaşam alanlarına, kimi beslenme özelliklerine, kimi de biçimsel (morfolojik) özelliklerine göre sınıflandırdı canlıları. Ancak modern sınıflandırma, biraz önce söz ettiğimiz “görünen” niteliklerin ötesinde gen dizilimleri gibi “görünmeyen” nitelikleri kullanmaktadır. Çünkü yaşam alanları ve beslenme özellikleri bir yana morfolojik özellikler dahi canlıların sınıflandırılmasında yanıltıcı olabilir. Örneğin, bazı canlılarda erkeklerle dişiler arasında morfolojik olarak o kadar büyük fark vardır ki bu canlıların erkek ve dişileri uzun süre biyologlar tarafından farklı türler zannedilmişlerdir. Diğer yandan, sibling (kardeş) türler birbirlerine morfolojik olarak oldukça benzemelerine rağmen farklı türlerdir.

Yaratılış Atlası’nın sistematiği

Bu kısa girişten sonra, Harun Yahya’nın Yaratılış Atlası’ndaki sınıflandırmaya bakalım isterseniz. İki ciltten oluşan bu atlas büyük ölçüde (neredeyse tamamen) fosil ve o fosillerin aynısı olduğu iddia edilen yaşayan canlıların fotoğraflarından oluşuyor. Atlas’ın ilk ciddinde fosiller, dünya üzerinde bulundukları iddia edilen bölgelere göre gruplandırılmış. İkinci ciltte ise fosiller, “kara hayvanlarına”, “deniz canlılarına”, “kuşlara”, “bitkilere” ve “böceklere” ait olmak üzere beş grupta toplanmış. Şimdi bu grupları biraz daha yakından inceleyelim:

Yazının devamı ->>

Apandis, kuyruk sokumu kemiği ve körelmiş organlar

Evrim karşıtlarının sıklıkla üzerinde çarpıtma yaptığı bir konu da körelmiş organlardır. Bakın Harun Yahya, darwinizminsonu.com sitesinde bu konu hakkında neler söylüyor:

Evrim literatüründe uzunca bir süre yer alan, ama geçersizliği anlaşıldıktan sonra sessiz sedasız bir kenara bırakılan iddialardan biri, “körelmiş organlar” kavramıdır. Ancak bir kısım yerli evrimciler, “körelmiş organlar”ı hala evrimin büyük bir delili sanmakta ve öyle göstermeye çalışmaktadırlar.Körelmiş organlar iddiası bundan bir asır kadar önce ortaya atılmıştı. İddiaya göre, canlıların bedenlerinde atalarından kendilerine miras kalmış, ancak kullanılmadıkları için zamanla körelmiş işlevsiz organlar yer alıyordu.

Bu kesinlikle bilimsel bir iddia değildi, çünkü bilgi eksikliğine dayanıyordu. “İşlevsiz organlar”, aslında “işlevi tespit edilememiş” organlardı.

Körelmiş organların ortak atadan türemeye delil oluşturduğu iddiasının “sessiz sedasız bir kenara bırakıldığı” ve bunu sadece “bir kısım yerli evrimcinin” savunmakta olduğu tamamen haya ürünü, uydurma bir iddiadır.

Bu konudaki en büyük çarpıtma aslında körelmiş organların işlevsiz organ diye sunulması ve bunların işlevi olmaması gerektiği şeklinde anlatılması. Bu kesinlikle doğru değildir. Körelmiş organ demek işlevsiz organ demek değildir. Bundan 150 yıl önce Darwin bunu açıkça ortaya koymaktadır.

Yazının devamı ->>

Ernst Haeckel’in embriyo çizimleri üzerine Yaratılışçı çarpıtmalar

Prof. Dr. Haluk Ertan’ın Bilim ve Gelecek dergisinden yayımlanan Ernst Haeckel’in embriyo çizimleri üzerine Yaratılışçı çarpıtmalar başlıklı makalesine Evrim Teorisi sitesinden ulaşabilirsiniz. Makale şöyle başlıyor:

Bir grup bilimci, bilgi birikimine katkı sağlamak için emek sarf ediyor ve birtakım bulgular ortaya koyuyor. Fakat bu sonuçlar, bilgi üretmeyen, bilim asalağı durumundaki Yaratılışçılar tarafından, Darwin ve Evrim Kuramını karalamak için sömürülüyor. Araştırmacılar sonunda, bilim dünyasında görmeye pek alışık olmadığımız bir şekilde, çalışmalarının Yaratılışçılar tarafından çarpıtıldığını, Ernst Haeckel’in kimi çalışmalarının bilimsel gerçeklere uymasa da, konuya genel bakışının doğru olduğunu ve embriyoloji biliminin Darwin’in çalışmaları ve Evrim Kuramıyla tam bir uyum içinde bulunduğunu dünyaya duyurmak zorunda kalıyor.

Yazının devamı ->>

Harun Yahya’nın hayali fosilleri – 3

Harun Yahya’nın hayali fosilleri bitmek bilmiyor. Bu sefer de aşağıdakilerin her ikisinin de ringa balığı olduğunu, tamamen aynı olduğunu ve yaklaşık 50 milyon yıldır hiç değişmediğini söylüyor.

104.jpg

İlk olarak fosilin ne olduğuna bakalım. Fosildeki canlı Diplomystus cinsine dahildir. Bu cinsin hangi takıma dahil olduğuna bakalım: Ellimmichthyiformes.

Şimdi de alttaki resimde görülen balığa bakalım. Resimdeki balık Harun Yahya’nın dediği gibi ringa balığı yani Clupea cinsine dahil. Peki ringa balığı fosildeki canlı ile aynı takımda mı? Ringa balığı Clupeiformes takımında.

İki canlı da Actinopterygii (Işısal yüzgeçliler) sınıfında olmasına rağmen bu sınıfın farklı takımlarında yer alıyorlar. Görüldüğü gibi Harun Yahya bilimsel sınıflandırmada bırakın aynı familyada, cinste, türde olmayı daha aynı takımda bile olmayan canlıları tamamen aynıymış gibi göstermeye çalışıyor.

Harun Yahya’nın hayali fosilleri – 2

Harun Yahya’nın hayali fosilleriyle ilgili önceki yazımda hayali bir leopar kafatasından bahsetmiştim. Bu yazımda ise levrek olduğu iddia edilen bir fosili ele alacağım.

96.jpg

Harun Yahya, Yaratılış Atlasında bu resimdeki fosilin ve alttaki canlının levrek olduğunu ve ikisinin tamamen aynı olduğunu, levreklerin 50 milyon yıldır hiç değişmediğini, bunun da evrim teorisinin yanlış olduğunu gösterdiğini iddia ediyor.

İlk olarak bu resimdeki canlıların ne olduğunu bakalım. Resimde fosili olan canlı Phareodus testis. Bu canlı bilimsel sınıflandırmada Osteoglossiformes (kemikli dilliler) takımına dahildir. Alttaki resimde görülen canlı ise Lepomis macrochirus ([1][2]) türüne ait ve bilimsel sınıflandırmada Perciformes (levreksiler) takımında bulunuyor. İki canlının farklı takımlarda olması birbirlerinden oldukça farklı olduklarını açıkça göstermektedir. Yani ortada Harun Yahya’nın iddia ettiği gibi ikisinin de levrek olması gibi bir durum söz konusu değil. Fosili görülen canlı levreksiler takımında bile değil.

Peki alttaki resimde gördüğümüz canlı levrek mi? Maalesef değil. Harun Yahya onu da tutturamamış. Lepomis macrochirus Levreksiler takımına dahil olmasına rağmen Moronidae (Levrek) ailesinde (familyasında) değildir Centrarchidae ailesine dahildir.

Yaratılış Atlası (Harun Yahya’nın evrimle ilgili diğer tüm kitapları gibi) baştan sona bu tip önemli yanlışlarla dolu. Zaman buldukça bunlara değinmeye çalışacağım.