Yaratılışçı safsatalara cevaplar – 3

Bu yazımda Harun Yahya’nın 20 Soruda Evrim Teorisinin Çöküşü kitabının İnsana ait bulgular ne kadar eskiye gider? Bu bulgular neden evrimi desteklemez? başlıklı 3. bölümünü inceleyeceğim. Yazar tüm kitap boyunca yaptığı gibi bu bölümde de birçok bilim dışı görüşü gerçekmiş gibi anlatıyor. Ben de bu yazımda bu yanlışları tek tek gözler önüne serip bu konulardaki bilim dünyasındaki hakim görüşleri sizlerle paylaşacağım. Ama daha önce sizlerin, Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Fizik ve Paleoantropoloji Bölümünden Prof. Dr. İzzet Duyar’ın 1999 yılında Bilim ve Ütopya Dergisinin 60. sayısında (s. 40-45, 1999) yayımlanan İnsan Evrimi ve Yaratılışçılık başlıklı makalesini okumanızı öneririm. Prof. Dr. İzzet Duyar makalesinde Evrim Aldatmacası kitabındaki birçok bilim dışı noktaya değiniyor ve özellikle de insan evrimi konusunda kitaptaki yanlışları ve yaratılışçıların tutarsızlıklarını gözler önüne seriyor. Şimdi 3. bölümün incelemesine başlayabiliriz. Hemen alıntı yaparak başlıyorum. Yazar şöyle demiş:

İnsanın yeryüzündeki varoluş zamanıyla ilgili sorunun cevabını bulmak için fosil kayıtlarına başvurmak gerekir. Fosil kayıtları insanla ilgili bulguların milyonlarca yıl öncesine uzandığını göstermektedir. Bu bulgular iskelet ve kafatası parçaları ve çeşitli dönemlerde yaşamış insanlara ait kalıntılardan oluşmaktadır. İnsana ait kalıntıların en eskisi, ünlü fosil bilimci Mary Leakey tarafından 1977 yılında Tanzanya’nın Laetoli bölgesinde bulunmuş “ayak izleri” dir.

Bu kalıntılar bilim dünyasında büyük yankı uyandırmıştı. Yapılan çalışmalar bu ayak izlerinin, 3.6 milyon yıllık bir tabakada yer aldığını gösteriyordu. İzleri inceleyen Russell Tuttle şunları yazmıştı:

Bu izler, çıplak ayaklı bir Homo sapiens (insan) tarafından bırakılmış olmalıdır. Yapılan tüm morfolojik incelemeler, bu izleri bırakan canlının ayağının, modern insanlarınkilerden farklı olmadığını göstermektedir.

Yapılan araştırmalarla, ayak izlerinin sahipleri de tanımlanabildi. 10 yaşında modern bir insanın 20 tane ve daha küçük bir insanın 27 tane fosilleşmiş ayak izi mevcuttu. Mary Leakey’in bulduğu izleri inceleyen Don Johanson ve Tim White gibi ünlü paleoantropologlar da bu sonucu teyidettiler. White bu fikrini şu sözlerle açıklıyordu:

Hiç kuşkunuz olmasın… Bunlar günümüz insanının ayak izlerinden tamamen farksız. Eğer bu izler bugün bir California plajında olsalardı ve bir çocuğa bunların ne olduğu sorulsaydı, hiç tereddüt etmeden burada bir insanın yürüdüğünü söylerdi. Bunları, kumsalda yer alan diğer yüzlerce insan ayak izinden ayırt edemezdi. Dahası siz de ayırt edemezdiniz.

İlk olarak Laetoli ayak izleri 1978 yılında Paul Abell ve arkadaşları tarafından bulunmuştur. Kitapta bunun gibi basit bir bilgi bile yanlış verilirken diğer bilgilerin doğru olabileceğini düşünmek ne kadar akıllıca olur? Bunu sizin takdirinize bırakıyorum.

Şimdi gelelim burdaki yanlışlara. Bu ayak izlerinin Australopithecus afarensis‘e ait olamayacağını düşünen nadir bilim adamlarından biri Russell Tuttle’dır. Russell Tuttle, bu ayak izlerinin modern insanınkine çok benzediğini bunun için bu izlerin Australopithecus veya Homo cinslerinin başka bir türüne ait olabileceğini söylemektedir (1). Yani Homo sapiens‘e (modern insan) ait olduğunu söylememektedir. Ayrıca Donald Johanson ve Tim White, yazarın dediği gibi bu ayak izlerinin modern insana ait olduğu yönündeki görüşe katılmamaktadır. Donald Johanson, daha önce Hadar’da bulunmuş olan fosile göre A. afarensis‘in iki ayak üzerinde dik olarak yürümesi gerektiğini ve izlerin büyüklükleri de karşılaştırıldığında birbiriyle mükemmel bir şekilde uyuştuklarını söylemektedir (2). Tim White ise kitaptaki alıntının devamında bu ayak izlerine göre A. afarensis‘in iki ayak üzerinde ve modern insan gibi yürüyebildiği ve zaten Owen Lovejoy’un Hadar fosillerinde (Lucy takma adlı ünlü fosil) yaptığı incelemelerle daha önceden bu sonuca vardığını söylüyor (3). (Ayak izlerinin bir resmine burdan ulaşabilirsiniz.) Ronald Clarke ise bu ayak izlerinin Australopithecus cinsine ait bir türün fosili olan Stw 573 fosilininkine çok benzer olduğunu, bu sebeple izlerin Australopithecus cinsinden bir türe ait olduğunu söylemektedir (4). Ayrıca ünlü paleontolog ve arkeolog Richard Leakey, A. afarensis‘in hiç şüphesiz iki ayak üzerinde dik olarak yürüyebildiğini söylemektedir (5).

Ama sonuç olarak ortada kesin bir bilgi yoktur. Kimse bu izlerin kesin olarak hangi türe ait olduğunu söyleyemiyor. Eldeki verilere göre tahmin yapıyorlar ama kimse Harun Yahya’nın sunduğu gibi bunların modern insana ait olduğunu söylemiyor. Zaten kimse sadece ayak izine bakarak bunu söyleyemez.

Yazar daha sonra biraz daha ileri gidiyor ve Australopithecus afarensis için şöyle diyor: “Evrimcilerin yarı insan-yarı maymun olarak göstermeye çalıştıkları, gerçekte soyu tükenmiş bir maymun türü.” Yani yazar, A. afarensis‘in bir maymun türü olduğunu söylüyor. Bilimsel gerçekler heralde ancak bu kadar çarpıtılabilirdi. Aslında Harun Yahya’ya bu konuda gerekli cevabı yazımın başında linkini verdiğim makalesinde Prof. Dr. İzzet Duyar çok açık bir şekilde veriyor:

Önce Australopithecus’ları ele alalım. Yazarımıza göre bu canlının insan sayılmaması için en önemli gerekçe dik yürüyememesi ve insandan çok maymunlara benzemesidir (s. 41): “ …uzun kollar, kısa bacaklar gibi birçok özellik, bu canlıların günümüz maymunlarından daha değişik olmadıklarını gösteren delillerdir.”

Yazarımızın Australopihecus’lar konusunda ne denli tutarsız görüşler ileri sürdüğünü anlamak için tek bir örnek bile yeterli olacaktır. Aşağıda çizimi görülen leğen ve uyluk kemikleri –bu yapılar dik yürümenin en önemli göstergeleri arasında yer alırlar– soldan sağa doğru insan, Australopithecus (afarensis) ve kuyruksuz büyük maymuna (ape) aittir (2). Okuyucu, şekillere bakarak, ortadaki resmin bir insana mı yoksa bir kuyruksuz büyük maymuna mı yakın özellikler gösterdiğini rahatlıkla anlayacaktır. Harun Yahya’ya göre ortadaki resim bir insana (ya da insan çizgisindeki bir canlıya) ait değil, bir maymuna aittir!

Sanırım herşey açıkça görülüyor. Yazar kafasına göre hiçbir bilimsel kaynağa dayanmadan A. afarensis‘in bir maymun olduğunu söylüyor. Yazısında bunu destekleyecek tek bir kaynak vermiyor. A. afarensis ile ilgili daha ayrıntılı bilgi için burayı incelemenizi öneririm. Daha da fazla bilgi için internette ufak bir arama ile çok daha fazla bilgiye ulaşabilirsiniz.

İncelemeye devam ediyoruz. Harun Yahya şöyle yazmış:

İnsanla ilgili bulunan en eski ve en eksiksiz fosillerden biri de KNM-WT 15000 veya diğer adıyla “Turkana Çocuğu” iskeletidir. 1.6 milyon yıllık bu fosili evrimci Donald Johanson şöyle tarif eder:

Uzun ve zayıftı. Vücut şekli ve uzuvlarının oranları bugünkü Ekvator Afrikalıları’nınkiyle aynıydı. Uzuvlarının ölçüleri, bugün yetişkin beyaz Kuzey Amerikalılarla tamamen uyuşuyordu.

Yapılan araştırmalar fosilin 12 yaşında bir çocuğa ait olduğunu ve büyüyebilmiş olsaydı 1.83 m. boyuna ulaşabileceğini göstermiştir. ABD’li paleoantropolog Alan Parker “sıradan bir patoloğun bu çocuğun iskeletiyle, günümüz insanına ait bir iskeleti birbirinden ayırmasının çok güç olduğunu” söyler.

Turkana Çocuğu‘nun beyin hacmi 880 cc idi ve erişkinliğe ulaştığında 910 cc olacaktı. Modern insanda ise 900 cc beyin hacmi 3-4 yaşında ve 15 kg ağırlığında bir çocukta görülecek düzeydedir. Modern insanın ortalama beyin hacmi 1350-1400 cc civarındadır ve çok büyük bir çoğunluğunun beyin hacmi 1000-1800 cc arasında değişir. Turkana Çocuğu, Homo erectus (veya Homo ergaster) türüne dahil olarak düşünülmektedir. Bulunan Homo erectus fosillerinin kafatası hacimlerine bakıldığında 750-1225 cc arasında değiştiği ve ilk dönemleri için ortalama 900 cc, ileriki dönemler için ise ortalama 1100 cc beyin hacmine sahiptir (5). Bu değerlere bakıldığında Homo sapiens ile Turkana Çocuğu‘nun da içinde olduğu Homo erectus kafatası yapısı ve beyin hacmi konusunda belirgin olarak farklılık göstermektedir. Turkana Çocuğu‘nun beyin hacmine bakıldığında modern insan olduğu yani Homo sapiens türünden olduğunu iddia etmek mümkün değildir çünkü beyin hacmi modern insanın uç sınırlarının bile dışındadır ve anatomik olarak belirgin şekilde farklı bir kafatasına sahiptir (kafatası resmi için buraya bakabilirsiniz). Ayrıca Turkana Çocuğu‘nun H. sapiens‘ten tek farkı kafatası değildir. İskelet yapısının (kafatası dışında) modern insan ile büyük benzerlik gösterdiği doğrudur ama bazı küçük farklılıklar vardır. Bunların en önemlisi omurgadaki sinir ağlarının geçtiği boşluğun modern insandakinin yarısı kadar olmasıdır ve buna göre H. erectus‘un konuşmayla ilgili eksikleri olduğunu ve modern insan gibi akıcı konuşamadığı düşünülmektedir (6). Yine modern insandan farklı olarak ileri doğru çıkık bir çenesi ve azıdişleri yoktu.

Harun Yahya’nın, Turkana Çocuğu ve Homo erectus ile ilgili bilim dışı yaklaşımına değindikten sonra sıradaki iddialarını incelemeye devam edelim. Yazar şöyle demiş:

İnsanla ilgili bulunan kalıntılardan en çok yankı getirenlerden biri de 1995 yılında İspanya’da bulunan bir fosildi. İspanya’nın Atapuerca bölgesindeki Gran Dolina mağarasında yapılan araştırmalarda ortaya çıkarılan 800 bin yıllık fosil 11 yaşında bir insana aitti ve onu bulan araştırmacıları şaşırtmıştı. Madrid Üniversitesi’nden üç İspanyol paleoantropologdan oluşan araştırma ekibinin başı Arsuaga Ferreras şunları söylüyordu:

Büyük, geniş, şişkin, yani anlayacağınız ilkel bir şeyle karşılaşmayı umuyorduk. 800.000 yıl yaşındaki bir çocuktan beklentimiz, Turkana Çocuğu gibi bir şey olmasıydı. Ama bizim bulduğumuz bütünüyle modern bir yüzdü… Bunlar sizi sarsan türden şeyler: Fosil bulmak değil, tamam fosil bulmak da beklenmedik ve güzel bir olay. Fakat en etkileyici olanı bugüne ait olduğunu düşündüğünüz bir şeyi geçmişte bulmanız. Bu bir anlamda, Gran Dolina’da kasetçalar bulmak gibi bir şey. Böyle bir şey çok şaşırtıcı olurdu elbette. Alt Pleistosen tabakalarında teypler, kasetler bulmayı beklemiyoruz, ancak 800 bin yıllık “modern” bir yüz bulmak da bunun gibi bir şey. Onu gördüğümüzde çok şaşırmıştık.

Görüldüğü gibi fosil bulguları, “insanın evrimi” iddiasını yalanlamaktadır. Bu iddia bazı medya kuruluşları tarafından topluma sanki ispatlanmış bir gerçek gibi sunulur, oysa ortada sadece hayali teoriler vardır. Nitekim evrimci bilim adamları da bu gerçeği kabul etmekte ve “insanın evrimi” iddiasının bilimsel delillerden yoksun olduğunu itiraf etmektedirler.

Burada bahsi geçen canlı Homo antecessor‘dur yani yazarın düşündüğü gibi H. sapiens (modern insan) değildir. İspanya’nın Atapuerca bölgesinde bulunan fosillere göre H. antecessor‘un orta surat bölümü modern olmasına rağmen, dişleri (üç köklü azı dişleri vardır) ve alnı (kaş bölgesindeki kemik çift kemerlidir) daha ilkel olarak görülmektedir. Ortalama beyin hacimlerinin ise 1000-1100 cc civarında olduğu düşünülmektedir yani H. sapiens‘e göre belirgin bir fark vardır. Ayrıca bulunan fosiller erişkinliğe ulaşmamış bir çocuğa ait olduğu için bu türün anatomik özellikleriyle ilgili kesin bilgiler yoktur bu sebeple bazı bilim adamları bunun başka bir türe (özellikle Homo heidelbergensis türüne) ait olabileceğini düşünmektedir. Bazı bilim adamları ise Homo heidelbergensis‘in direk atası olabileceğini düşünmektedir. Ama kimse bunun bir modern insan olduğunu iddia etmemektedir. Ne bunu gösteren bilimsel bir veri vardır ne de bu veriye dayanarak bunun bir modern insan olduğunu iddia eden bilim adamı vardır.

Yani yazarın iddia ettiği gibi bu fosiller insanın evrimini yalanlamaktan çok uzaktadır. Türler arasındaki belirgin farlılıklar göze çarpmaktadır. İşlerine geldiği zaman “hani nerde bu geçiş fosilleri” diyen yaratılışçılar bu tip ufak farklılıklara sahip farklı türleri görünce, insana daha yakın olanlara modern insan, kuyruksuz büyük maymunlara (Hominidae [the great apes] ailesi: insan, şempanze, goril ve orangutanları içine alan primat ailesi) daha yakın olanlara ise maymundur diyerek işin içinden çıkmaya çalışmaktadır.

Kitaptaki bilim dışı iddiaları incelemeye devam edelim. Yazar şöyle demiş:

Elde edilen her yeni fosil bulgusu -bazı ciddiyetsiz gazetelerde “Evrimin Kayıp Halkası Bulundu” gibi uydurma başlıklarla aktarılsa dahi- evrimcileri daha da fazla çıkmaza sokmaktadır. 2001 yılında bulunan ve Kenyanthropus platyops adı verilen kafatası fosili bunun son örneğidir. George Washington Üniversitesi Antropoloji bölümünden evrimci paleontolog Daniel E. Lieberman, Nature dergisinde yazdığı makalesinde, Kenyanthropus platyops hakkında şu yorumu yapmıştır:

“İnsanın evrim tarihi çok karmaşıktır ve çözümlenmemiştir. Şimdi 3.5 milyon yıllıkbaşka bir türün bulunması ile durum daha da karışacak gibi görünüyor… Kenyanthropus platyops’un yapısı genel olarak insanın evrimi ve türlerin davranışı konuları hakkında birçok soruyu beraberinde getiriyor. Örneğin neden alışılmışın dışında olarak, küçük bir çene dişine ve öne doğru kavisli çene kemiği olan büyük düz bir yüze aynı anda sahip? Büyük yüzü ve benzer şekilde yerleştirilmiş çene kemiği olan tüm diğer insanımsı türlerin büyük bir dişi var. K. Platyops’in önümüzdeki birkaç yıl içindeki en başlıca rolünün, birlikleri bozucu ve insanımsılar arasındaki evrimsel ilişkinin araştırmalarında karşılaşılan kargaşayı vurgulayıcı bir rolü olacağını düşünüyorum.”

Bu 1999 yılında bulunmuş, fosil adı KNM-WT 40000 olan ve Kenyanthropus platyops yani “Kenya’nın düz suratlı adamı” olarak adlandırılan bir türdür (fosilin resmine burdan bakabilirsiniz). Aslında bunun farklı bir tür olduğu konusunda bilim adamları arasında bir anlaşma yoktur. Bazıları beyin hacimleri yakın olan Australopithecus cinsine dahil ederken bazıları Homo rudolfensis ve Homo habilis ile önemli benzerlikler taşıdığını ileri sürmektedir. Tim White ise kafatasının şiddetli şekilde bozulduğunu onun için güvenilir bir değerlendirme yapılamayacağını ama bunun ancak A. afarensis‘in Kenyalı versiyonu olabileceğini söylemektedir (7). Zaten eldeki tek fosilin resmine bakarsanız aşırı derecede bozulmuş bir kafatası olduğunu görürsünüz. Sadece bu kafatasına dayanarak kesin yargılara varılması pek mümkün gözükmüyor. Onun için bilim adamları arasında bu fosil konusunda önemli görüş ayrılıkları mevcuttur. Daha kesin bilgi için yeni fosillerin bulunması gerekmetedir. Yani ortada evrim teorisini veya insanın evrimiyle ilgili düşünceleri çürüten veya bunlara zarar veren bir olgu yoktur. Zaten daha yeni bir tür mü yoksa eskiden bilinen bir türe mi ait olduğu konusunda görüş birliğine varılmamış sadece tek bir şiddetli derecede bozulmuş kafatasının böyle birşeye neden olacağını düşünmek pek mümkün değildir.

Şimdi de yazarın bu bölümün en sonunda yazdıklarına bakalım:

İnsanla ilgili burada bazı örneklerini saydığımız bulgular çok önemli gerçekleri ortaya koymuştur. Öncelikle de evrimcilerin insanın atasının maymunsu canlılar olduğu şeklindeki iddialarının ne kadar büyük bir hayal ürünü olduğu bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Çünkü anlaşılmıştır ki insan, yeryüzünde evrimcilerin “insanın atası” olarak gösterdikleri maymun türlerinden çok daha önce ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla bu maymun türlerinin insanın atası olmaları söz konusu değildir.

Sonuç olarak fosil kayıtları bize insanın bundan milyonlarca yıl önce de aynı bugünkü şekliyle var olduğunu ve hiçbir şekilde evrim geçirmeden bugüne kadar geldiğini göstermiştir. Bu noktada evrim savunucularının, eğer gerçekten bilimsel ve dürüst olduklarını iddia ediyorlarsa, ellerindeki hayali maymun-insan sıralamalarını çöpe atmaları gerekmektedir. Bu hayali soyağaçlarını terk etmemeleri evrimin bilim adına savunulan bir teori değil, bilimsel gerçeklere rağmen yaşatılmaya çalışılan bir dogma olduğunu bir kez daha göstermektedir.

Yukarda teker teker açıkladığım gibi yazar, modern insandan önemli farklılıkları olan farklı türleri modern insan olarak değerlendiriyor. Eğer bir tür kuyruksuz büyük maymunlardan daha çok insana benziyorsa insan, insandan çok kuyruksuz büyük maymunlara benziyorsa maymun olduğunu söylüyor. Geçiş türlerini görmezden geliyor. Ama işine geldiğinde de “hani nerde bu Darwin’in bahsettiği geçiş türleri” diyerek kendine göre Evrim Teorisi’ni çürütüyor.

Fosil kayıtlarına göre insanların bugünkü şekliyle milyonlarca yıl önce görüldüğünü ve hiç değişmediğini söylerken tamamen bilimsel verilerin tersini söylüyor. Bulunmuş en eski Homo sapiens fosilleri 195.000 yıllıktır (8). Yazı boyunca açıklamaya çalıştığım gibi yazarın modern insandan farksız olduğunu söylediği fosiller aslında farklı türlere aittir. Bazıları modern insandan önemli farklılıklara sahipken bazıları görece daha küçük farklılıklara sahiptir. Yazar, bu farklılıkların hepsini birden yok sayarak tüm fosillerin bugünkü insanlardan farksız olduğunu hiçbir bilimsel temele dayanmadan iddia ediyor.

Görüldüğü gibi yaratılışçıların, insanın evrimine ilişkin fosillerin evrimin olmadığını gösterdiği iddiası bilimsel gerçekleri yansıtmaktan çok uzaktır.

Böylece bu bölümün de incelemesi bitmiş oldu.

Kitabın diğer bölümlerinin incelemelerinde buluşmak üzere hoşçakalın.

Referanslar:
1. Tuttle R.H. (1990). The pitted pattern of Laetoli feet. Natural History, (March 1990)61-4.
2. Johanson D.C. and Edgar B. (1996). From Lucy to language. New York: Simon and Schuster.
3. Johanson D.C. and Edey M.A. (1981). Lucy: the beginnings of humankind. New York: Simon and Schuster.
4. Clarke R.J. (1999). Discovery of the complete arm and hand of the 3.3 million-year-old Australopithecus skeleton from Sterkfontein. South African Journal of Science, 95:477-80.
5. Leakey R.E. (1994). The origin of humankind. New York: BasicBooks.
6. Walker A.C. and Shipman P. (1996): The wisdom of the bones. New York: Alfred E. Knopf.
7. White T.D. (2003). Early hominids – diversity or distortion? Science, 299:1994-7.
8. McDougall I, Brown FH, Fleagle JG. (2005). Stratigraphic placement and age of modern humans from Kibish, Ethiopia. Nature. 433(7027):733-6.

Genel Kaynaklar:
– Jim Foley, Fossil Hominids
– Steven Heslip, Hominid Fossils
Wikipedia, The Free Encyclopedia.

Yasal Uyarı: Buraya yorum yazarak, yazdıklarınızın hukuki sorumluluğunu üstlenmiş bulunuyorsunuz. Eğer bunu kabul etmiyorsanız yorum yazmayın.